Ana içeriğe atla

KARA DELİKLERİN SAÇLARI YOK MUDUR?

Fiziğin sihirli dünyasının kapısını araladığımız zaman gördüğümüz kozmik olaylardan etkilenmemek mümkün değil. Gizemli o kadar olay var ki… Elimden geldiğince bu fenomenlere yazılarımda yer vereceğim. Bunlardan biri kara delik olayı. Kara delikler birçok fizikçi tarafından araştırma konusu olmuştur. Biraz merak biraz da korkuyla bu konuya yaklaşmışlardır. Peki kara delik nedir ve neden bu kadar gizemlidir?
Kara delikler, üzerine düşen her şeyi yutan nesnelerdir. Ona yaklaşan her şeyi çok büyük kütle çekim alanları sayesinde yutarlar. Işığı bile… Bu yüzden ışık saçmazlar ve karanlıktırlar. Ona yaklaşan hiçbir şey ondan kurtulamaz. Bir canavar gibi her şeyi yutarlar. Bu yüzden sonsuz yoğunlukları vardır. İçerisinde zaman bile yavaşlar. Hatta bu yoğunluktan dolayı zaman akmaz da denilebilir. Devasa büyüklükte enerjileri vardır. Yakınlarındaki her şeyi kendine çekerler. Ondan kaçabilmek için ışık hızından daha büyük bir kuvvet olması gerekir. Sir Martin Rees, kara deliğe çekilen bir insana neler olacağı konusunda çok güzel bir terim ortaya atmış: Spagettileşme. Evrendeki hiçbir şey onun çekim kuvvetine karşı gelemez.
Kara deliklerin içerisinde her şey olabilir. Ama neler olduğunu biz bilemeyiz. Bildiğimiz tek şey tüm fizik kurallarını yıkabilecek büyüklükte bir yoğunluk olduğudur. Ayrıca oradan hiçbir bilgi kurtulamaz. Kurtulsa dahi bilgi bütün homojenliğini kaybeder ve o artık aradığımız şey değildir. Kara delik için bildiğimiz şeyler; toplam kütlesi, dönme durumu (açısal momentumu) ve elektrik yüküdür. John Wheeler bu ilkeyi ‘kara deliğin saçı yoktur’ ifadesiyle anlatır.
Güneşten yüzlerce kat daha ağır olan süper büyük yıldızlar vardır ve bunlar güneşten yüzlerce kat daha fazla çekim gücüne sahiptir.  Bu yıldızlardan biri öldüğünde evrendeki en büyük patlamayı meydana getirirler. Hipernova… Bu kara deliğin doğumudur. Einstein’dan sonra en parlak fizikçi olarak kabul edilen Stephen Hawking de kara deliklerin oluşumunu şu şekilde açıklıyor. Kara deliğin yaşam döngüsüne baktığımız zaman; bir yıldız, kütle çekim kuvveti nedeniyle çok büyük miktarda hidrojenin kendi üzerine doğru çökmeye başladığında biçimlenir ve daha yüksek hızlarda çarpışmaya başlayarak yıldız ısınır. Sonunda öyle sıcak bir hale gelir ki, hidrojen atomu çarpıştıklarında artık birbirlerinden sekmez, bunun yerine helyumu oluşturacak şekilde kaynaşır. Füzyon adı verilen bu tepkimede serbest kalan ısı, yıldızın parlamasını sağlar. Bu ısı, gazın basıncını kütle çekim etkisini dengelemeye yeterli olana dek artırır ve gazın büzüşmesi durur. Tıpkı bir balonu üfleyerek şişirmeye başladığımızda, balonu genişletmeye çalışan içerideki havanın basıncı ile balonu küçültmeye çalışan gerilim arasındaki denge gibi, yıldız da bir süre sonra genişlemesini durdurur. Ancak en sonunda yıldız hidrojenini tüketir ve soğumaya, dolayısıyla da büzüşmeye başlar. Ve bazıları yakıtlarının sonuna geldiğinde kara deliğe dönüşebilirler. Stephen Hawking kara delik oluşumunu işte bu şekilde tanımlıyor. Ayrıca bu kozmik olay üzerinde çok fazla düşünüyor, araştırıyor, kitaplar yazıyor ve ortaya yeni teoriler atıyor. Cernde’ ki ve NASA’ daki araştırmacıların bir an önce bu teorilerini ispatlamasını ve bu sayede Nobel Ödülü kazanmayı sabırsızlıkla bekliyor.
Ay, dünyanın etrafında; dünya, güneşin etrafında dönüyor. Peki güneş kimin etrafında dönüyor? Bu soruya gök bilimciler şu cevabı veriyor. Güneş de kara deliğin etrafında dönüyor. Belki de Samanyolu’nun merkezinde bir kara delik vardır… Bu ihtimal yüksek olabilir. Çünkü kara delikler karadır ve kolay kolay görünmezler. Evrenimizin her yerinde var oldukları kabul ediliyor. Çok küçük oldukları gibi devasa büyüklüklerde de olabiliyorlar.
Kara deliklerin çevresinde ‘olay ufku’ denilen daire şeklinde sınırları vardır. Olay ufku her şeyin içeri çekildiği sınırdır. Olay ufkundan içeri düşmek, Niagara şelalesinden kanoyla gitmeye benzetilir. Çok hızlı kürek çekerek oradan kaçabilirsiniz ama şelalenin kenarına kadar gitmişseniz ondan kaçamazsınız. Bir noktadan sonra geriye dönüş yoktur. Ona yaklaşan her şey ölüme mahkumdur. Yıldızlar, gezegenler hatta güneş bile…Eğer bir kara delik dünyamıza yaklaşırsa tüm bu yer çekimi yörüngelerinden astreoitleri koparır ve gezegenimize doğru yağdırır. Bu dünyanın sonunun geldiğinin göstergesidir.
Fizikçiler başlarda bu fenomeni görmezlikten gelmişlerdir.  Çünkü kara deliklerde bütün fizik kuralları çöker. Kara deliğin girdabında zaman durur ve yer çekimi sınırsız olur. Biz ise zamanın sınırsız olduğunu biliyoruz. Bunlar kulağa çok korkunç geliyor. Fizikçiler ne kadar görmezlikten gelirse gelsinler kara delikler evrene söz geçirirler. Evrenin gelişiminde etkileri büyüktür.
NASA 23/08/2012 tarihinde uzak bir galakside bir kara delik gözlemledi. Gök bilimciler dünyaya 290 milyon ışık yılı ötedeki bir kara deliği gözlemlerken bir yıldız kara deliğe yaklaştı. Onun çekim gücüne kapılınca parçalara ayrıldı ve deliğe düşmeye başladı. Kara deliğin yuttuğu yıldız uzaya X ray ışınları yaymaya başladı. Uzay boşluğuna yayılan ışınlar 3 teleskop tarafından gözlemlendi. Yıldız yok olduktan sonra kara deliğin içine çektiği kalıntılar milyonlarca dereceye kadar ısındı. Bu kozmik olay ilk kez görüntülendi. Bu görüntüler sayesinde kara deliklerin çevrelerini nasıl etkilediğini daha kolay anlayacağız.
Bizim bilmemiz gereken şey ise bu kozmik delikler ölen yıldızlardan meydana gelir. Kozmolojide bunun gibi birçok inanılmaz olay vardır. Fizik, evrenin dilini çözmeye çalışan bir disiplin olarak bu amacına başarılı bir şekilde hizmet etmektedir. Fiziği anlamak zordur. Bir kere onun etkisine kapılırsanız ve bir de onu biraz da olsun anlamaya başladıysanız aldığınız haz paha biçilemez. Doğayı merak edebilmek güzeldir ve bu nadir bir özelliktir.
Aziz Sancar’ ın dediği gibi enerjinizi günlük dedikodulara ve politikalara harcamayın. Memlekete hizmet için bilim lazım. Avrupa ve Amerika seviyesinde olabilmemiz için bilim lazım. Bu sadece kendimiz için değil insanlığa hizmet için de gereklidir. Ve ben yine yazımın sonunda aynı şeyi söylüyorum. Okuyun, okuyun, okuyun… Öğrenme tutkunuzu, okuma tutkunuzu kaybetmeyin…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİLİMSEL HIRSIZLIK

İntihal, başka bir kimseye olan fikir, bilgi ve görüşlerin, gerekli hiçbir atıf yapılmadan sanki kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı ve yazıldığı intibaını vermek, fikir ve bilgi aşırılmasıdır. Türkiye’deki intihal , dünya ortalamasının epey üzerinde. Maalesef bilerek veya bilmeyerek intihal en çok da üniversitelerimizde ortaya çıkıyor. Son 15-20 yıldır da daha fazla artmış durumda. Peki bu nasıl oluyor. Üniversitelerimiz bilimin, ilerlemenin, araştırmaların merkezi konumundadırlar. Akademisyenlerimiz üniversitelerde ders veriyor olmasının dışında sürekli araştırmalar yapıp bu çalışmalarını yayınlamak için  gece gündüz uğraşıyorlar. Hem unvanlarının yükselmesi hem de ülkemizin uluslararası düzeyde ilerlemesi için sürekli çalışmaktadırlar. Bu yüzden onlara toplum olarak çok şey borçluyuz. Tabi ki onlar da bu sorumluluğun bilincinde olarak çalışmalarını gerekli etik kurallar çerçevesinde yürütmelidirler. Çoğu akademisyenimiz görevini hakkıyla yerine getirmektedir. Ama etik değerlerd

CERN’ DE NELER OLUYOR?

Avrupa Nükleer Araştırma Merkez veya Fransızca adı olan Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire ‘in kısaltmasıyla CERN, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülke tarafından kurulmuştur. Bu ülkeler; Belçika, Danimarka, Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Norveç, İsveç, İsviçre, Hollanda, Birleşik Krallık, Yugoslavya’dır. CERN’ de binlerce fizikçi ve mühendis çalışmaktadır. Dünyadaki yüzden fazla ülkenin fizikçilerinin çalıştığı devasa bir bilim laboratuvarıdır. Peki, CERN’ de neler oluyor, neden tüm dünyanın gözü kulağı orada? Türkiye’nin de ortak üyeleri arasında bulunduğu CERN’ de evreni anlamak için çalışmalar yapılmaktadır. Evreni anlamak için, madde ve maddenin en küçük yapıtaşını bilmemiz gerekmektedir. Maddenin en küçük yapıtaşına atom denilmektedir. Günümüzde atomların da ötesinde atomaltı parçacıklar üzerinde çalışılmaktadır. Bilim adamları, bu atomaltı parçacıkları yani mikro sistemlerin dünyasını

NEDEN FİZİĞİ ANLAYAMIYORUZ?

Fiziği neden anlayamıyoruz? Bu sorunun cevabını  ilk  kendi eğitim hayatımda merak etmeye başlamıştım. Sonraları  ise meslek hayatına atıldığım zaman pek çok öğrencide de olduğunu gözlemlediğim bir soru oldu bu. Peki neden fiziği sevemiyoruz ve en kötüsü neden ondan bu kadar korkuyoruz?  Fiziğe karşı olan bu olumsuz ön yargımızın başlangıcı nereye dayanıyor, sebebi ne? gibi sorulara kendi kendime cevap aramaya başladım. Çoğumuzun fizikle karşılaştığı ilk anlar ortaokul zamanlarımızdır. Fen eğitimi dersinin bir alt dalı olur kendisi. Soyut kavramların daha çok olduğu bir derstir. Uzun yıllar boyunca geleneksel eğitim sistemi gibi öğrencilerin pasif olduğu bir öğretim programıyla anlatılan fizik bir de içerisinde çok fazla soyut kavram yer alınca anlaşılamaz bir hal alıyor. Anlaşılmadan, öğrenmeden bir sonraki yıllara geçtikçe de üzerine eklenen yeni bilgiler durumu biraz daha karmaşık hale getiriyor. Fiziği anlamadan bir de sayısal hesaplamalar işin içine girince tamamen korkunç bir ha