Ana içeriğe atla

BİLİMSEL HIRSIZLIK

İntihal, başka bir kimseye olan fikir, bilgi ve görüşlerin, gerekli hiçbir atıf yapılmadan sanki kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı ve yazıldığı intibaını vermek, fikir ve bilgi aşırılmasıdır.
Türkiye’deki intihal , dünya ortalamasının epey üzerinde. Maalesef bilerek veya bilmeyerek intihal en çok da üniversitelerimizde ortaya çıkıyor. Son 15-20 yıldır da daha fazla artmış durumda. Peki bu nasıl oluyor. Üniversitelerimiz bilimin, ilerlemenin, araştırmaların merkezi konumundadırlar. Akademisyenlerimiz üniversitelerde ders veriyor olmasının dışında sürekli araştırmalar yapıp bu çalışmalarını yayınlamak için  gece gündüz uğraşıyorlar. Hem unvanlarının yükselmesi hem de ülkemizin uluslararası düzeyde ilerlemesi için sürekli çalışmaktadırlar. Bu yüzden onlara toplum olarak çok şey borçluyuz. Tabi ki onlar da bu sorumluluğun bilincinde olarak çalışmalarını gerekli etik kurallar çerçevesinde yürütmelidirler. Çoğu akademisyenimiz görevini hakkıyla yerine getirmektedir. Ama etik değerlerden yoksun insanlar her kesimden olabildiği gibi üniversite camiasında da olabilmektedir. Daha çok yayın yapabilmek adına taşıdıkları kaygı bazen onları etik dışı durumlara itebiliyor. Yani kendisinin olmayan akademik çalışmaların altına imzasını atabiliyor ya da kendisinin hiçbir katkısı olamamasına rağmen çalışmaya ”eş dost ilişkisi” adı altında imzasını atıyor.
Sadece akademisyenlerimiz değil yüksek lisans ve doktora öğrencilerimizde de intihal fazlasıyla görülmektedir. Son yıllarda yazılan tezler YÖK Ulusal Tez Merkezinin verilerine göre 1999 yılında 11 bin 39 olan yüksek lisans ve doktora yazılan tez sayısı, 2004 yılında 16 bin 343, 2009 yılında 21 bin 350 ve 2014 yılında 25 bin 730 oldu. Görüldüğü üzere çalışmalarımız her yıl artmış durumda. Ama bu artış sadece nicel olarak mı olmuş? Peki ya nitel değerleri için ne söyleyebiliriz? Boğaziçi Üniversitesi’ nin yaptığı bir araştırmaya göre, Türkiye’ de yapılan çalışmalarda, ortaya yeni bir şey konamadığı ve çalışmaların sıklıkla birbirini  tekrar eden araştırmalar olduğu belirlendi. Yapılan araştırmalarda yazılan her 3 tezden birinde ‘intihal’, yani akademik hırsızlık yapıldığı belirlendi.  Yani bu veriler gösteriyor ki yapılan çalışmalar sadece nicel bir artıştan ibaret. Kaliteli, özgün çalışmalar değiller. Yine yapılan araştırmalar gösteriyor ki intihali yapan yüksek lisans ve doktora tezi yazan öğrencilerin belli bir yüzdesi bunun suç olduğunun bilincinde bile değiller. Bilerek ve isteyerek bunu yapanların için söyleyecek çok şey var ama bilmeden yapanlar için de bunun önüne geçmek ve bu konuda farkındalık oluşturmak adına yeni çalışmalar yapılıyor. Yüksek lisans programlarına  ”Bilimsel Araştırma Yöntemleri ve Etik” adı altında ders eklendi ve derste bu konu üzerinde fazlasıyla duruluyor. Her şeyin başı eğitimdir, değil mi?
Her kötülüğün sebebi için eğitimsizliği gösteriyoruz. Eğitimli insanlar, yapılmaması gereken şeyleri yaptığında ise söyleyecek bir sözümüz kalmıyor. Maalesef,  ”Eğitim, şart.” cümlesi boğazımıza düğümleniyor. Aslında eğitimle birleşerek bir insanı eşsiz yapan değer ”ahlak ‘tır.”  Ahlaktan, vicdani değerlerden yoksun insanlar için yapılabilecek pek bir şey de yoktur. Ahlak ve eğitimle harmanlanan insanlar ise toplumun ilerlemesi için en çok ihtiyaç duyduğu şahıslardır.
İntihal yani bilimsel hırsızlık; birinin evimizden gelip çocuğumuzu çalmasıyla eşdeğerdir derdi bir hocamız. Çünkü bir makale yayınlayabilmek için günlerce uykusuz kalarak çalışılır. Bir makale yazabilmek ve yayınlayabilmek için en az 2 yıl çalışan hocalarımız var. Bu kadar emek harcanan bir çalışmayı çalmak evden siz yokken gelip zorluklarla büyüttüğünüz, göz bebeğiniz olan çocuğunuzu çalmakla aynıdır. Çalışmalar onları yazanların artık göz bebekleridir. Ve bir başkasının onu sanki kendi çalışmasıymış gibi göstermesi emek hırsızlığı değildir de nedir?
Bunu önlemek adına yapılması gereken bir başka önemli şey kaynakçanın öneminin kavratılmasıdır. Bir makalenin, bir tezin, bir çalışmanın olmazsa olmazı kaynakçasıdır. İyi bir kaynakça ürünün kalitesi hakkında bize ipucu verecektir. Dolasıyla tez hazırlayan biri çalışmasında kendi ürünü dışında kullandığı her bilgi için kaynakçasında atıf yapmalıdır. Kullandığı her bilgi için gerekli araştırmaları yapıp, doğruluğunu araştırmalıdır. Çünkü akademik çalışma yapmak gerçek verilere dayanarak ortaya özgün bir ürün koyabilmektir. Doğruluğundan emin olunmayan hiçbir şeye çalışmada yer verilmemelidir. Herhangi bir alıntı yaparken, gerekirse alıntının sahibi aranarak izin istenmelidir. Doğru bir kaynakça gösterimi intihalin önüne geçmek için yeterlidir.
Tez yazan kişilere öğretilmesi gereken şeylerin başında kaynakça gösterim kuralları gelir. Kaynakça gösterimi uluslararası düzeyde APA (American Psychological Association) formatında olmalıdır. Bununla ilgili gerekli araştırmalar yapılarak çalışmaya başlanmalıdır.
Sonuç olarak yazımda bu önemli konuya farkındalık oluşturmak adına yer verdim. Çünkü yaptığımız bir çok hatayı, onun hata ya da yanlış olduğunu bilmeden yapıyoruz. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıptır, derler hep büyüklerimiz. Büyüklerimizin sözünü tasdikleyen bir durumdur bu intihal konusu da. Evet, bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp. Üniversitelerimiz bu konunun önemini kavratmak için ders programları oluşturuyor. Ben de bu konuya yazımda bir kaç kişinin ilgisini çekebildiysem, ne mutlu bana…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

CERN’ DE NELER OLUYOR?

Avrupa Nükleer Araştırma Merkez veya Fransızca adı olan Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire ‘in kısaltmasıyla CERN, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülke tarafından kurulmuştur. Bu ülkeler; Belçika, Danimarka, Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Norveç, İsveç, İsviçre, Hollanda, Birleşik Krallık, Yugoslavya’dır. CERN’ de binlerce fizikçi ve mühendis çalışmaktadır. Dünyadaki yüzden fazla ülkenin fizikçilerinin çalıştığı devasa bir bilim laboratuvarıdır. Peki, CERN’ de neler oluyor, neden tüm dünyanın gözü kulağı orada? Türkiye’nin de ortak üyeleri arasında bulunduğu CERN’ de evreni anlamak için çalışmalar yapılmaktadır. Evreni anlamak için, madde ve maddenin en küçük yapıtaşını bilmemiz gerekmektedir. Maddenin en küçük yapıtaşına atom denilmektedir. Günümüzde atomların da ötesinde atomaltı parçacıklar üzerinde çalışılmaktadır. Bilim adamları, bu atomaltı parçacıkları yani mikro sistemlerin dünyasını

NEDEN FİZİĞİ ANLAYAMIYORUZ?

Fiziği neden anlayamıyoruz? Bu sorunun cevabını  ilk  kendi eğitim hayatımda merak etmeye başlamıştım. Sonraları  ise meslek hayatına atıldığım zaman pek çok öğrencide de olduğunu gözlemlediğim bir soru oldu bu. Peki neden fiziği sevemiyoruz ve en kötüsü neden ondan bu kadar korkuyoruz?  Fiziğe karşı olan bu olumsuz ön yargımızın başlangıcı nereye dayanıyor, sebebi ne? gibi sorulara kendi kendime cevap aramaya başladım. Çoğumuzun fizikle karşılaştığı ilk anlar ortaokul zamanlarımızdır. Fen eğitimi dersinin bir alt dalı olur kendisi. Soyut kavramların daha çok olduğu bir derstir. Uzun yıllar boyunca geleneksel eğitim sistemi gibi öğrencilerin pasif olduğu bir öğretim programıyla anlatılan fizik bir de içerisinde çok fazla soyut kavram yer alınca anlaşılamaz bir hal alıyor. Anlaşılmadan, öğrenmeden bir sonraki yıllara geçtikçe de üzerine eklenen yeni bilgiler durumu biraz daha karmaşık hale getiriyor. Fiziği anlamadan bir de sayısal hesaplamalar işin içine girince tamamen korkunç bir ha