Ana içeriğe atla

KADIN…

8 Mart Dünya Kadınlar Günü… Bugün çevremdeki duyarlı erkek hocalarım, arkadaşlarım, öğrencilerim Dünya Kadınlar Günü’ mü kutladılar. Biz kadınlar için çok özel bir gün… Peki, ama neden böyle bir gün kutlanma gereği duyulmuş? Neden Dünya Erkekler Günü yok da Dünya Kadınlar Günü var? Bazı erkekler buna gönül koyuyor ama Dünya Kadınlar Günü’ nün kutlanma sebebini araştıracak olursak çok acı verici nedenlerle yüzleşmiş oluruz. Eğer kadınlara biraz saygı duyulup, hakkettikleri değer verilmiş olsaydı şuan ‘bu günü’ kutluyor olmazdık. Tabi ki ‘bu gün’ kadınlara, kadın haklarına ve hatta kadına şiddete farkındalık kazandırmak adına önemli bir gün. Ama ben yine de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde hüzünleniyorum. Çünkü daha 1 yıl önce 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlanmasına rağmen kadına olan şiddet, taciz, tecavüz, kadın ölümleri azalmak yerine daha da artıyor. ‘Bu gün’ün asıl amacı tüm bu olumsuzlardan kadınları kurtarabilmek ve kadın haklarına saygı bilincini topluma kazandırabilmektir.
Şimdi hep beraber 1857 yılına gidelim ve bu günü’n kutlanmasına sebep olan olayı öğrenelim. ABD’nin New York kentinde bir dokuma fabrikası… Çok ağır çalışma koşulları, çok uzun iş günleri ve buna karşın çok düşük ücretler. Koşulların her geçen gün daha da dayanılmaz hale gelmesi, kadın işçilerin artık tahammül sınırını zorlamaya başladı. Greve çıkma kararı alan kadınlar, taleplerini de açıkladılar: “Daha iyi koşullarda çalışmak, 10 saatlik iş günü, eşit işe, eşit ücret…” 40.000 dokuma işçisi  8 Mart 1857 yılında daha iyi çalışma koşulları talebiyle greve başladı. Bu sırada çıkan olaylar sırasında fabrika içinde şüpheli bir yangın başladı. 129 kadın, yangında hayatını kaybetti… Dünya Kadınlar Günü’ nün kökleri işte bu olaya dayanmaktadır. 1910 yılında ise Kopenhag’da gerçekleştirilen İkinci Enternasyonal’e bağlı Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda kadın ve emek mücadelesi masaya yatırılmıştı. Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nden Clara Zetkin, bu konferansta yaptığı konuşmada kadınlar için bir mücadele günü belirlenmesi gerektiğini söylemişti. Zetkin’in önerisi kabul edilmiş, her ülkenin sosyalist kadınlarının her yıl aynı gün, kendi ülkelerinin işçi sınıfı örgütleriyle mutabakat içinde bir kadınlar günü düzenlemesi kararlaştırılmıştır.
Söz konusu yıllarda neredeyse hiçbir ülkede kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmemişti. Bu sebeple, pek çok ülkede eş zamanlı kutlanacak bu günün temel olarak kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi için bir mücadele günü olarak düzenlenmesi karara bağlanmıştır. Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, yaşanan bu kadın işçilerin ölüm olayından dolayı 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılmasını öneri olarak sundu ve öneri oy çoğunluğuyla kabul edildi.
Aslında kadına şiddet daha hayatının baharında yani küçük bir kız çocuğuyken başlıyor. Aile içerisinde kız, erkek ayrımları yapılıyor. Erkek çocuklarına verilen haklardan yoksun büyüyor kız çocuğu. Çoğu ailede erkek çocuğuna daha fazla değer veriliyor. Kız çocuklarına ise ” Kızını dövmeyen, dizini döver.” mantığıyla yaklaşılıyor ve  bir çok yasak koyuluyor. Kız çocuğunun arkadaşı olmaz, kız çocuğu dışarı çıkmaz, kız çocuğu okumaz, kız çocuğu yüksek sesle gülmez, kız çocuğu şunu yapmaz kız çocuğu bunu yapmaz… Ama erkek çocuğu paşa, kral, prens’ tir aile içerisinde. O istediği her şeyi yapabilir. Yasaklar, aynı ev içerisinde ona işlemez. Erkek çocuğu daha değerlidir, hep ön sırada o yer alır. Kız çocuğu ise zamanla benimser ikinci sırada olmayı. Kendini değersiz hisseder, sahip olması gereken haklar ona verilmez, verildiğinde ise sanki büyük bir şey ona bağışlanmış gibi minnet duygusuyla yaşar. Sonra büyür, evlenir. Eşi de kendi ailesinde gördüğü gibi ona aynı şekilde davranmaya devam eder. Onun gözünde kadının değeri yoktur. Kadın sadece ev işlerini yapmak, ailesine hizmet etmek ve çocuk doğurmak için vardır. Onun iç dünyasını anlamaya çalışmaz erkek. Kadının duygularının olduğundan bile habersizdir çünkü o. Kadın ev işlerini yapar, çocuklarını büyütür, erkeğin ailesine hizmet eder, erkeğini mutlu eder ve sanki hayat amacını tamamlamış gibi yaşlanır ve dünyadan göçer. Verdiğim bu hayat şeklini yaşayan kadın malesef ülkemizde şanslı kadın olarak kabul edilebilir. Çünkü öyle kadın hikayeleri var ki, bu kadın hikayelerini duyunca, okuyunca kanımız donuyor. Ben bu hikayelerden bahsetmeyeceğim. Zaten hepimiz yaşanan olayları biliyoruz. Bu olaylar konuşuldukça sanki daha çok artmaya başladı. Bu olaylardan bahsetmeyelim derken tabi ki tepkisiz kalmayacağız bu yaşananlara. Peki toplum olarak, kadın olarak tepkimizi nasıl koymalıyız? Kadın haklarının korunması, kadına şiddet ve tacizin önlenmesi ve kadın ölümlerinin azalması için neler yapılabilir? Öncelikle kadınlarımız eğitilmelidir. Çünkü, geleceğin erkeklerini ve kadınlarını onlar yetiştiriyor. Özellikle şu konularda annenin bilinçlendirilmesi önemlidir; Erkek çocuklarına, kız çocuklarından daha fazla değer verilmemelidir. Her iki çocuğuna da anne eşit davranmalıdır. Zaten olması gereken de budur. Aynı haklar verilmeli hatta aynı sevgi verilmelidir. Sevgi eşit olmuyor bunu hepimiz biliyoruz ama en azından dışarıya bu şekilde yansıtmalıdır anne. Erkek çocuklarına paşa, prens, kral gibi lakaplar takarak onları şımartıp sanki herkesten değerli herkesten üstünmüş gibi çocuklarda bir algı oluşturmamalıdır. Bu erkek çocuklarının sağlıklı bir psikolojiye sahip olabilmesi için de çok önemlidir. Eğitim konusunda da aynı haklar verilmelidir. Kız çocuklarının ileride daha güçlü olabilmesi, ayakları üzerinde durabilmesi ve ekonomik olarak bir erkeğe bağlı olmaması için eğitimine önem verilmelidir. Tabi ki, hem erkek çocuğu hem kız çocuğu eğitilmelidir. Ama bana göre kız çocuklarının eğitimi bir tık daha önemlidir. Çünkü erkekler okumasa dahi fiziksel güç gerektirecek işleri rahatlıkla yapabilirler ama kadınlar bu konuda çok zorlanacaklardır. Ayrıca çoğu kadın kendisine yapılanlara ekonomik gücü olmadığı için sessiz kalıyor. Dolayısıyla kız çocuklarının eğitimi son derece önemlidir. Anne bu sorumluluğunun bilincinde olmalıdır.  Bir çocuğu dünyaya getirmekten daha önemli şey ona güzel bir dünya vermektir. Onu, acımasız dünyaya karşı kendisini koruması için ihtiyacı olan teçhizatlarla donatmalıdır.  Tüm bunları yapabilmesi için anne kendisini eğitmelidir. Yani eğitim konusu çok önemlidir. Kız çocuğunun güçlü bir yarını olması için anne eğitilmelidir.
Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ nü kutluyorum. Hepimize güzel bir gün hatta güzel bir yıl diliyorum. Umarım kadınlara yapılan şiddet değil de hepimizin gündeminde kadınların başarıları yer alır. Elbette kadınlarımız tüm olumsuzluklara rağmen bir çok başarıya imza atıyor. Ben bu yazımda kadın haklarının istismarı konusunda farkındalık  oluşturmak adına başarılardan pek bahsedemedim. Bir yazımda da dünyadaki ve ülkemizdeki kadın başarılarından bahsedeceğimin sözünü verip yazımı Nazım Hikmet’ in şiiriyle bitiriyorum;
Suçtur kadın olmak.Çünkü herkesin sahip olmak istediği bir bedenin vardır. Korumak zorunda olduğun bir namusun ve sevmeye yasaklı törelerin.
Adam gibi adam derler de, kadın gibi kadın demezler mesela Taş gibi derler. Soğuk olmak zorundadır, hissetmemesi gerekir, iyi gözükmelidir ama öyle çok iddialı da olmaması gerekir. Erkeğin yanında yerini bilmelidir.
Kadın olmak suçtur bu hayatta. Seversin deli derler, sevmezsin kötü derler. Elde ederler basit olursun, elde edemediklerinde konuşmalara meze olursun. Susarsın bir şey bilmiyor derler, susmazsın dili uzun derler.
Erkek olmak doğuştan bir güçtür, kadın olmak eksikliktir, güçsüzlüktür. Eksik etektir kadın Aklı ermez, gözü açılmamalı, sırtından sopa karnından sıpa eksik olmamalıdır. Kadın, şeytana açılan kapıdır çünkü. O kapıyı, kadına açtırtmamalı.
Oysa erkektir kadını eksik hale getiren, namusunu alıp etek altına iten, inançlarını yok eden. Erkektir bir melekten şeytan yaratmasını bilen.
Kadın olmak eteğini uzun tutmaktır, başkalarının günahlarının bedelini kendisinin ödemesidir.
Kadın yüzeyseldir görünürde ve karmaşıktır erkekten istediği şeylerde Oysa kadın derindir ve derine dalmasını bilen vurgun yeme ihtimalini de göze alabilmelidir.
Cesurdur kadın, erkek gibi tartıp biçmez. Seviyorsa bodoslama atlar, sevdiği için tüm engelleri aşar.
Oysa erkek korkaktır. Ne kadının ilgisini kaybetmek ister ne de ona bir gelecek vaat eder Yedekte tutar. Daha iyisini bulamazsa, elinin altındaki ile idare eder.
Kadın karmaşık gibi gözükür ama istediği üç şey; sevgi, sadakat, dürüstlüktür.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİLİMSEL HIRSIZLIK

İntihal, başka bir kimseye olan fikir, bilgi ve görüşlerin, gerekli hiçbir atıf yapılmadan sanki kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı ve yazıldığı intibaını vermek, fikir ve bilgi aşırılmasıdır. Türkiye’deki intihal , dünya ortalamasının epey üzerinde. Maalesef bilerek veya bilmeyerek intihal en çok da üniversitelerimizde ortaya çıkıyor. Son 15-20 yıldır da daha fazla artmış durumda. Peki bu nasıl oluyor. Üniversitelerimiz bilimin, ilerlemenin, araştırmaların merkezi konumundadırlar. Akademisyenlerimiz üniversitelerde ders veriyor olmasının dışında sürekli araştırmalar yapıp bu çalışmalarını yayınlamak için  gece gündüz uğraşıyorlar. Hem unvanlarının yükselmesi hem de ülkemizin uluslararası düzeyde ilerlemesi için sürekli çalışmaktadırlar. Bu yüzden onlara toplum olarak çok şey borçluyuz. Tabi ki onlar da bu sorumluluğun bilincinde olarak çalışmalarını gerekli etik kurallar çerçevesinde yürütmelidirler. Çoğu akademisyenimiz görevini hakkıyla yerine getirmektedir. Ama etik değerlerd

CERN’ DE NELER OLUYOR?

Avrupa Nükleer Araştırma Merkez veya Fransızca adı olan Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire ‘in kısaltmasıyla CERN, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülke tarafından kurulmuştur. Bu ülkeler; Belçika, Danimarka, Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Norveç, İsveç, İsviçre, Hollanda, Birleşik Krallık, Yugoslavya’dır. CERN’ de binlerce fizikçi ve mühendis çalışmaktadır. Dünyadaki yüzden fazla ülkenin fizikçilerinin çalıştığı devasa bir bilim laboratuvarıdır. Peki, CERN’ de neler oluyor, neden tüm dünyanın gözü kulağı orada? Türkiye’nin de ortak üyeleri arasında bulunduğu CERN’ de evreni anlamak için çalışmalar yapılmaktadır. Evreni anlamak için, madde ve maddenin en küçük yapıtaşını bilmemiz gerekmektedir. Maddenin en küçük yapıtaşına atom denilmektedir. Günümüzde atomların da ötesinde atomaltı parçacıklar üzerinde çalışılmaktadır. Bilim adamları, bu atomaltı parçacıkları yani mikro sistemlerin dünyasını

NEDEN FİZİĞİ ANLAYAMIYORUZ?

Fiziği neden anlayamıyoruz? Bu sorunun cevabını  ilk  kendi eğitim hayatımda merak etmeye başlamıştım. Sonraları  ise meslek hayatına atıldığım zaman pek çok öğrencide de olduğunu gözlemlediğim bir soru oldu bu. Peki neden fiziği sevemiyoruz ve en kötüsü neden ondan bu kadar korkuyoruz?  Fiziğe karşı olan bu olumsuz ön yargımızın başlangıcı nereye dayanıyor, sebebi ne? gibi sorulara kendi kendime cevap aramaya başladım. Çoğumuzun fizikle karşılaştığı ilk anlar ortaokul zamanlarımızdır. Fen eğitimi dersinin bir alt dalı olur kendisi. Soyut kavramların daha çok olduğu bir derstir. Uzun yıllar boyunca geleneksel eğitim sistemi gibi öğrencilerin pasif olduğu bir öğretim programıyla anlatılan fizik bir de içerisinde çok fazla soyut kavram yer alınca anlaşılamaz bir hal alıyor. Anlaşılmadan, öğrenmeden bir sonraki yıllara geçtikçe de üzerine eklenen yeni bilgiler durumu biraz daha karmaşık hale getiriyor. Fiziği anlamadan bir de sayısal hesaplamalar işin içine girince tamamen korkunç bir ha