Ana içeriğe atla

GÖZLERİMİN RENGİNDEN DE Mİ UTANMADINIZ?

Ben Leyla, henüz 4 yaşındaydım. Doğru düzgün konuşmayı bile öğrenememiştim, daha küçücüktüm ben. Büyüyecektim oysa. Kız çocuklarının okula gönderilmediği, erken yaşta evlendirildiği, tecavüz edildiği, öldürüldüğü bir dünyaya inat büyüyecektim ben. Okula gidecektim. Belki doktor belki mühendis olacaktım belki de öğretmen… Belki, kız çocuklarının sesi olacaktım. Özgecan ablama, Eylül ablama, Irmak’ a olanlara rağmen umut olacaktım ben. Sağ salim aileme kavuşacaktım. İnsanlık daha ölmemiş diyeceklerdi. Dünya o kadar da kötü değilmiş gördün mü, iyi insanlar da varmış diyeceklerdi. Umutlar yeşerecekti insanlar masmavi gözlerime baktıklarında. Çocuklar belki daha rahat oynayacaklardı evlerinin önünde, anneler daha az merak edeceklerdi çocuklarını. Bayramlar daha güzel geçecekti. Eylül ablamın acısını dindirecektim belki de. Onun acısı henüz çok tazeyken bir de benim acım mı annelerin, babaların yüreğine kor gibi düşecekti? İnsan olan yüzüme bakmaya kıyamazken nasıl bana kıyabildiniz? Size çocukların melek olduğunu söyleyen hiç olmadı mı? Çocuklar melek değil miydi? Çocuklar, saflığın sembolü değil miydi? Çocuklar, Hakk’ ın insanlara hediyesi değil miydi? Dünyada tüm kötülüklere yer varken, bize mi yer yoktu?
Benim katilim sadece bir kişi değildir. Benim katilim, kız çocuklarını erken yaşta evlendiren, kız çocuğu diye ona kötü gözlerle, şehvetle bakan tüm zihniyetlerdir. Hakkımı bu zihniyetteki insanlara helal etmiyorum. Hakkımı helal etmiyorum, kızını okula göndermek yerine küçük yaşta evlendiren zihniyete. Hakkımı helal etmiyorum, kadın sokakta dondurma yediği için tahrik olanlara. Hakkımı helal etmiyorum, kadın şort giydiği için onu darp eden kişilere. Hakkımı helal etmiyorum, ayrılmak istediği için bıçakla karısını öldüren adama. Hakkımı helal etmiyorum, yemeği geç yaptığı için karısını döverek hastanelik eden adama. Hakkımı helal etmiyorum, kadının yanında olmayan kadına…
Ben Leyla… Şuan sizin dünyanızda değilim. Şuan üzülüyorsunuz hepiniz benim için. Ama unutacaksınız birkaç gün içerisinde beni. Günlük hayatlarınıza devam edeceksiniz. Belki birkaç duyarlı insan beni daha uzun süre hatırlayacak. Ama onlar da zamanla unutacak beni. En kötüsü ise belki ben de son olmayacağım. İşte benim en büyük korkum ise budur. Ne olur, artık çocuklar ölmesin. Ne olur, sosyologlar, psikologlar bu olayların nedenlerini, temelini araştırsınlar. Ne olur, devleti yönetenler çocuk katilleri için caydırıcı cezalar koysunlar. NE OLUR, anneler, babalar çocuklarınızın üzerinden gözlerinizi bir an olsun ayırmayınız…. Ne olur bizi unutmayınız, hep hatırlayınız. Hep hatırlayınız ki, başka çocuklar da bizim gibi katledilmesin diye elinizden ne geliyorsa daha fazlasını yapınız. Son olarak, ben Leyla, henüz bir goncaydım. Açtığımda ne renk bir çiçek olacağımı göremeden bu dünyaya veda eden Leyla, bana kıyarken, GÖZLERİMİN RENGİNDEN DE Mİ UTANMADINIZ???

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİLİMSEL HIRSIZLIK

İntihal, başka bir kimseye olan fikir, bilgi ve görüşlerin, gerekli hiçbir atıf yapılmadan sanki kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı ve yazıldığı intibaını vermek, fikir ve bilgi aşırılmasıdır. Türkiye’deki intihal , dünya ortalamasının epey üzerinde. Maalesef bilerek veya bilmeyerek intihal en çok da üniversitelerimizde ortaya çıkıyor. Son 15-20 yıldır da daha fazla artmış durumda. Peki bu nasıl oluyor. Üniversitelerimiz bilimin, ilerlemenin, araştırmaların merkezi konumundadırlar. Akademisyenlerimiz üniversitelerde ders veriyor olmasının dışında sürekli araştırmalar yapıp bu çalışmalarını yayınlamak için  gece gündüz uğraşıyorlar. Hem unvanlarının yükselmesi hem de ülkemizin uluslararası düzeyde ilerlemesi için sürekli çalışmaktadırlar. Bu yüzden onlara toplum olarak çok şey borçluyuz. Tabi ki onlar da bu sorumluluğun bilincinde olarak çalışmalarını gerekli etik kurallar çerçevesinde yürütmelidirler. Çoğu akademisyenimiz görevini hakkıyla yerine getirmektedir. Ama etik değerlerd

CERN’ DE NELER OLUYOR?

Avrupa Nükleer Araştırma Merkez veya Fransızca adı olan Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire ‘in kısaltmasıyla CERN, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülke tarafından kurulmuştur. Bu ülkeler; Belçika, Danimarka, Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Norveç, İsveç, İsviçre, Hollanda, Birleşik Krallık, Yugoslavya’dır. CERN’ de binlerce fizikçi ve mühendis çalışmaktadır. Dünyadaki yüzden fazla ülkenin fizikçilerinin çalıştığı devasa bir bilim laboratuvarıdır. Peki, CERN’ de neler oluyor, neden tüm dünyanın gözü kulağı orada? Türkiye’nin de ortak üyeleri arasında bulunduğu CERN’ de evreni anlamak için çalışmalar yapılmaktadır. Evreni anlamak için, madde ve maddenin en küçük yapıtaşını bilmemiz gerekmektedir. Maddenin en küçük yapıtaşına atom denilmektedir. Günümüzde atomların da ötesinde atomaltı parçacıklar üzerinde çalışılmaktadır. Bilim adamları, bu atomaltı parçacıkları yani mikro sistemlerin dünyasını

NEDEN FİZİĞİ ANLAYAMIYORUZ?

Fiziği neden anlayamıyoruz? Bu sorunun cevabını  ilk  kendi eğitim hayatımda merak etmeye başlamıştım. Sonraları  ise meslek hayatına atıldığım zaman pek çok öğrencide de olduğunu gözlemlediğim bir soru oldu bu. Peki neden fiziği sevemiyoruz ve en kötüsü neden ondan bu kadar korkuyoruz?  Fiziğe karşı olan bu olumsuz ön yargımızın başlangıcı nereye dayanıyor, sebebi ne? gibi sorulara kendi kendime cevap aramaya başladım. Çoğumuzun fizikle karşılaştığı ilk anlar ortaokul zamanlarımızdır. Fen eğitimi dersinin bir alt dalı olur kendisi. Soyut kavramların daha çok olduğu bir derstir. Uzun yıllar boyunca geleneksel eğitim sistemi gibi öğrencilerin pasif olduğu bir öğretim programıyla anlatılan fizik bir de içerisinde çok fazla soyut kavram yer alınca anlaşılamaz bir hal alıyor. Anlaşılmadan, öğrenmeden bir sonraki yıllara geçtikçe de üzerine eklenen yeni bilgiler durumu biraz daha karmaşık hale getiriyor. Fiziği anlamadan bir de sayısal hesaplamalar işin içine girince tamamen korkunç bir ha