Ana içeriğe atla

BİLİMİN DİLİ

Dil, insanlar arasında bir iletişim aracıdır. İnsanların duygularını, düşüncelerini bildirmek için sözcükler ya da işaretler aracılığıyla yaptıkları anlaşma, öteki kişilerle iletişimi sağlayan bir ortamdır. Kaşgarlı Mahmud ise dili, ‘Dil, düşüncenin evidir.” diyerek tanımlamıştır. Kendimizi ifade edebilmek ve karşımızdakini anlayabilmemiz için de ortak bir dilimizin olması gerekmektedir. Dünyada yaklaşık 8 bin dil vardır. Her hafta bu dillerin çoğu ölür ya da yeni bir dil doğar. Yani dilin canlı bir yapısı vardır. Bilim ise evrenin, evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp birtakım yöntem ve deney yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak birtakım yasalara ulaşan bilgi yolu, düzenli ve tutarlı bilgidir. Bilimin dili de en çok bilime hizmet eden ülkelerin kullandığı ortak bir dildir. Yani bilimsel çalışmaların yayınlandığı bilim yapan ülkelerin kullandığı dildir.
Bizim dilimiz olan Türkçe ise Ural-Altay ailesine ait olup Altay kolunu oluşturur. İsimlerinin ve fiillerinin çekimlenebilmesi için kuralları vardır. Eklemeli bir dil olan Türkçe fevkalade bir yapıya sahiptir. Yapısal olarak yeni kelimeler üretmeye uygundur. Peki bu yapısal özellikleri onu bilim dili yapar mı? Türkçe bilim dili olarak geçmişte kullanılmış mı ya da gelecekte bilim dili olarak kullanılabilir mi? Bu sorulara öncelikle ilk Türk eserimiz olan Kutadgu Bilig’i ele alarak cevap verelim. Türkçe’ nin ilk temel eseri olan ”Kutadgu Bilig”  11. yüzyılın başlarında Balasagun’da doğmuş olan Yusuf Has Hacip’e aittir. Yusuf Has Hacip, Balasagun’da yazmaya başladığı Kutadgu Bilig adlı kitabını 1069 yılında Kaşgar’da tamamlayarak Karahanlı hakanlarından Tabgaç Buğra Han’a sunmuştur. Eserin temelinde kâmil insan kavramı yatmaktadır. Özellikle insanı geliştiren ve güçlendiren faziletler dikkati çeker: Bilgi edinmek, okumak, güzel yazmak, çeşitli bilimlere sahip olmak, sevilen milli sporlara ve maharetlere değer vermek başta gelir. Bir yönü ile bir nasihatname niteliğinde olan Kutadgu Bilig, başka bir yönü ile de bir siyasetname karakterindedir. Yine bir başka yönü ile de bilim niteliğindedir. Tüm dünya insanlarına yüzyıllarca bir rehber görevi görmüştür. ”Mutluluk veren bilgi”, ”hükümet olma bilgisi” gibi anlamlara gelerek yüzyıllar boyunca faydalanılan bir kaynak olmuştur. Yüzyıllar önce Türkçe bu eserimiz sayesinde bir bilim dili olmuşken  neden şuan bilim dili olarak kullanılmamaktadır? Bunun nedeni ise Türkiye’ de bilimin olmayışıdır. Şöyle bir yakın geçmişimizi yokladığımızda bilimle alakalı neler yaptığımızı daha doğrusu yapmadığımızı acı bir şekilde göreceğiz. Oysa ki, yüzyıllar önce yazılmış olan eserlerimizde bilimden çokça bahsedilmiş taa o zamanlarda ‘Sesin Fiziği’ açıklanmıştır. Yani bir dilin bilim dili olabilmesi için öncelikle o dili konuşan insanların bilimle uğraşması, bilim yapması gerekmektedir. Günümüzde özellikle pozitif bilimlerde yeteri kadar çalışmalar yapılmadığı ve bilime çok fazla önem verilmediği için doğal olarak buluşlar ortaya çıkmıyor. Buna bağlı olarak da yeni kavramlar yani kelimeler üretilmiyor.
Ülkemizi daha ileri seviyelere yükseltebilmek, daha güçlü olabilmek için çok çalışmalı ve en fazla önemi eğitimimize vermeliyiz. Çünkü her şeyin başı, eğitimdir. Sadece okullarda aldığımız eğitimle yetinmeyip bir birey olarak kendimizi her alanda geliştirmeliyiz. Bilmeliyiz ki, kendimizi ne kadar geliştirirsek bir o kadar da toplumumuzu, ülkemizi geliştirmiş olacağız. Kendimizi, ülkemizi geliştirebilmek için de bilimle uğraşmalı yani bilim yapmalıyız. Ayrıca bilim yapan devletlerin çalışmalarını takip etmeliyiz. Bunu yapabilmemiz için ise yabancı dilimizin olması gerekmektedir. Çünkü, ”Dünyada neler oluyor, süper güç olarak tanımlanan ülkeler bilimde, tıpta, teknolojide nerede, peki biz bu rekabetin neresindeyiz?” gibi soruların cevaplarını ancak yabancı dil sayesinde öğrenebiliriz.
Gelişmiş ülkelere baktığımız da vatandaşlarının çok dil bildiğini görüyoruz. Avrupa vatandaşları en az 3 yabancı dil biliyor. Gelin verilere hep birlikte bakalım. Avrupa Birliği ülkelerinde yapılan araştırmaya göre Avrupa’nın yarısı çok dilde konuşuyor. Avrupa vatandaşlarının yüzde 44’ü anadillerinin yanı sıra başka bir dili konuşabiliyor. Lüksemburg’da hemen hemen herkes birden fazla dil biliyor. Hollanda, Danimarka ve İsveç’te her 10 kişiden 8’i birden fazla dil biliyor. İngiltere, İrlanda ve Portekiz’de başka bir dili konuşma oranı en az seviyede. İngilizlerin yüzde 9’u Fransızca, yüzde 5’i Almanca biliyor. Belçika’da ikinci dil olarak İngilizce yüzde 42, Fransızca yüzde 37, Almanca yüzde 15 oranında konuşuluyor. Danimarka’da bu oran yüzde 76 İngilizce yüzde 50 Almanca, Yunanistan’da yüzde 39 İngilizce, İsveç’de yüzde 77 İngilizce, Finlandiya’da yüzde 51 İngilizce, İtalya’da yüzde 28 İngilizce, İrlanda’da yüzde 12 Fransızca ikinci yabancı dil olarak konuşuluyor. Araştırma, Danimarka, Hollanda, Belçika, Yunanistan, İspanya, Avusturya, Finlandiya ve İsveç’te ilköğretime devam eden yüzde 33’ten fazla öğrencinin ikinci bir dil öğrendiğini ortaya koyuyor. Avrupa Birliği ülkelerindeki öğrencilerin yüzde 89’u İngilizce, yüzde 32’si Fransızca, yüzde 18’i Almanca ve yüzde 8’i de İspanyolca biliyor.
Şu an bilimde en çok gelişmenin olduğu ülkelere baktığımızda en başta ABD’ nin olduğunu görürüz ve onun dili de İngilizce’dir. Peki toplumumuzda İngilizce nasıl bir yere sahip, ne kadar İngilizce biliyoruz, bu sorular üzerine biraz düşünelim. Ülkemizde anaokulundan beri İngilizce eğitim görüyoruz. Hatta en fazla ders saatinin olduğu dersler arasında İngilizce geliyor. Buna rağmen bir türlü bu dili öğrenemiyoruz. Belki, bunun sebebi ezberci eğitim sistemi belki de kişisel sebeplerdir. Sonuç olarak bu dili öğrenemeden üniversiteden mezun oluyoruz. Hayatımızın hangi alanında işimize yarayacak sanki, diye düşünüp  İngilizce’ yi bilmemenin, öğrenmemenin eksikliğini hissetmiyoruz. Oysa, belirttiğim gibi İngilizce bilimin dilidir ve biz bu dili öğrenmeliyiz. Bilimi öğrenmek, bilimsel çalışmaları takip edebilmek ve bilimsel makaleleri okuyabilmek için bu dili öğrenmek zorundayız. Bilimi, tıbbı, teknolojiyi öğrenmeyi bir vatandaşlık görevi olarak saymalı ve bu alanlarda çalışmalar yapmalıyız. Çünkü dünya üzerinde süper güç olarak tanımlanan ülkeler bu güçlerini, saydığım alanlardaki başarılarından alıyorlar.
Genç bir dil olan İngilizce, 11. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Maalesef, şuan İngilizce’ nin bilimin dili olduğunu kabul etmeliyiz. Kendi vatandaşının bile tam olarak grammerini bilmediği ve tarzanca konuştuğu İngilizce’ yi, bilimin dili olduğu için birçok dünya insanı öğrenmek zorunda kalıyor. Bu zorunluluktan kurtulmak istiyorsak kendi dilimizi bilim dili yapmak için çabalayalım. Şuan ilerlemek için onu öğrenmeye mecburuz. Öyleyse onu öğrenmeyi eğlenceli hale getirmeliyiz. İnsanın doğasında öğrenme, bilme arzusu her zaman vardır. Bu öğrenme işini başardığında ise yaptığından eğlenir ve mutlu olur. Ayrıca hayatın birçok zorluğu karşısında yabancı dil öğrenmek bence bu zorluklar içerisinde en basit olanıdır.
Yabancı dil öğrenmeden önce  kendi dilimizi ve dilimizin tarihini çok iyi bir şekilde öğrenmeliyiz. Çünkü kendi dilimizi bilmeden bir başka dili öğrenemeyiz. Türkçe’ mize sahip çıkmalıyız. Sözüm ona entellektüel görünebilmek için günlük yaşamımızda birçok yabancı kelime kullanıyoruz. Yabancı kelimeler, her yerde… Oysa, bizim dilimiz çok zengin bir dildir. Güzel Türkçe’mizin yok olmasına izin vermeyelim ve onu gelecekte bir bilim dili yapabilmek için çok çalışalım. Dilimize, tarihimize sahip çıkalım. Montaigne’ nin bu konuyla alakalı bir sözü vardır; ”Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”. Yine, yazımı Mustafa Kemal Atatürk’ ün şu sözüyle noktalamak istiyorum,  ”Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır.”.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİLİMSEL HIRSIZLIK

İntihal, başka bir kimseye olan fikir, bilgi ve görüşlerin, gerekli hiçbir atıf yapılmadan sanki kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı ve yazıldığı intibaını vermek, fikir ve bilgi aşırılmasıdır. Türkiye’deki intihal , dünya ortalamasının epey üzerinde. Maalesef bilerek veya bilmeyerek intihal en çok da üniversitelerimizde ortaya çıkıyor. Son 15-20 yıldır da daha fazla artmış durumda. Peki bu nasıl oluyor. Üniversitelerimiz bilimin, ilerlemenin, araştırmaların merkezi konumundadırlar. Akademisyenlerimiz üniversitelerde ders veriyor olmasının dışında sürekli araştırmalar yapıp bu çalışmalarını yayınlamak için  gece gündüz uğraşıyorlar. Hem unvanlarının yükselmesi hem de ülkemizin uluslararası düzeyde ilerlemesi için sürekli çalışmaktadırlar. Bu yüzden onlara toplum olarak çok şey borçluyuz. Tabi ki onlar da bu sorumluluğun bilincinde olarak çalışmalarını gerekli etik kurallar çerçevesinde yürütmelidirler. Çoğu akademisyenimiz görevini hakkıyla yerine getirmektedir. Ama etik değerlerd

CERN’ DE NELER OLUYOR?

Avrupa Nükleer Araştırma Merkez veya Fransızca adı olan Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire ‘in kısaltmasıyla CERN, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülke tarafından kurulmuştur. Bu ülkeler; Belçika, Danimarka, Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Norveç, İsveç, İsviçre, Hollanda, Birleşik Krallık, Yugoslavya’dır. CERN’ de binlerce fizikçi ve mühendis çalışmaktadır. Dünyadaki yüzden fazla ülkenin fizikçilerinin çalıştığı devasa bir bilim laboratuvarıdır. Peki, CERN’ de neler oluyor, neden tüm dünyanın gözü kulağı orada? Türkiye’nin de ortak üyeleri arasında bulunduğu CERN’ de evreni anlamak için çalışmalar yapılmaktadır. Evreni anlamak için, madde ve maddenin en küçük yapıtaşını bilmemiz gerekmektedir. Maddenin en küçük yapıtaşına atom denilmektedir. Günümüzde atomların da ötesinde atomaltı parçacıklar üzerinde çalışılmaktadır. Bilim adamları, bu atomaltı parçacıkları yani mikro sistemlerin dünyasını

NEDEN FİZİĞİ ANLAYAMIYORUZ?

Fiziği neden anlayamıyoruz? Bu sorunun cevabını  ilk  kendi eğitim hayatımda merak etmeye başlamıştım. Sonraları  ise meslek hayatına atıldığım zaman pek çok öğrencide de olduğunu gözlemlediğim bir soru oldu bu. Peki neden fiziği sevemiyoruz ve en kötüsü neden ondan bu kadar korkuyoruz?  Fiziğe karşı olan bu olumsuz ön yargımızın başlangıcı nereye dayanıyor, sebebi ne? gibi sorulara kendi kendime cevap aramaya başladım. Çoğumuzun fizikle karşılaştığı ilk anlar ortaokul zamanlarımızdır. Fen eğitimi dersinin bir alt dalı olur kendisi. Soyut kavramların daha çok olduğu bir derstir. Uzun yıllar boyunca geleneksel eğitim sistemi gibi öğrencilerin pasif olduğu bir öğretim programıyla anlatılan fizik bir de içerisinde çok fazla soyut kavram yer alınca anlaşılamaz bir hal alıyor. Anlaşılmadan, öğrenmeden bir sonraki yıllara geçtikçe de üzerine eklenen yeni bilgiler durumu biraz daha karmaşık hale getiriyor. Fiziği anlamadan bir de sayısal hesaplamalar işin içine girince tamamen korkunç bir ha