Ana içeriğe atla

ANNE…

Dört harften oluşan ama anlamına dünyaları sığdıramayacağımız bir kelime… Anne… Bugün 13 mayıs, anneler günü… İlk önce kendi annemin sonra tüm anne ve anne adaylarının ‘anneler günü’ nü kutluyorum. Sadece annelerin mi, hayır! Bazı babalar var ki hem anne hem baba görevini layıkıyla yerine getiriyorlar. Bir de özel insanlar var. Onlar ise öksüz, yetim çocuklara yuvalarını açıp şefkatle onları sarıp sarmalıyorlar. Annelerinin yokluğunu hissettirmemeye çalışarak o çocukları kendi çocuğu gibi benimseyip sonsuz sevgiyle büyütüyorlar ve geleceğe hazırlıyorlar. Ben de ‘Bilim Şenliği’ sitesi aracılığıyla buradan bu güzel insanlara sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Onlara ne söylesek kelimeler hep eksik kalacaktır.
Bir kadının, en kutsal görevi çocuğunu dünyaya getirmeden 9 ay önce başlar. Ve o görev hayatı boyunca devam eder. Bu kutsal göreve atandıktan sonra kadın için hiçbir şey artık eskisi gibi değildir. Artık her şeyi iki kişilik düşünmek zorundadır. Daha güçlü, daha bilgili, daha dikkatli, daha sağlıklı yaşamak zorundadır. Hayatı eskisi gibi değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır. Nitekim daha hamilelik sürecinde kadın hayatından tavizler vermeye başlar, eskisi gibi rahat uyuyamaz, midesi bulanır, sancıları başlar, kilo alır, saçları dökülür, elbiselerine sığamaz. Ama bu, kadının hiç umurunda değildir. O, çocuğunu dünyaya sağ salim getirip, onun kokusunu içine çekmek için sabırsızlanır. Çocuk dünyaya gelir ve kadın, ‘anne’ olur. Bebeğinin o mis kokusunu içine çeker. Bebek kokusu cennet kokusuna benzetilir. Çocuk ve anne birbirlerinin kokularını içine çektikleri o ilk andan itibaren birbirlerine sımsıkı bağlanırlar. Dünyanın en güçlü duygusudur derler. O duygu ki hiçbir duyguya benzemez. Anne, çocuğunu dünyaya getirdikten sonra uykusuz geceler devam eder. Gece çocuğunu koruma iç güdüsüyle sürekli uyanıktır. Deliksiz uykular geride kalmıştır. Ama bunun anne için hiçbir önemi yoktur. O halinden son derece memnundur. Yavrusuyla sanki yeniden hayat bulmuştur. Çocuk biraz büyür, emeklemeye başlar. Sanki ışık hızıyla hareket eder gibi evin içinde kaçmadığı delik kalmaz. Anne ise çocuğunun adım adım arkasındadır. Çocuğum düşecek korkusuyla sürekli tetiktedir. Her an onu koruma duygusuyla yaşar. Kafası hep onunla meşguldür. Çocuğu belki de düşüncelerinin en büyük kısmını oluşturur. Ama anne mutludur. O yokken ben ne yapıyormuşum, her şey ne kadar anlamsızmış diye düşünür. Çocuk yürümeye başlar. Annenin işi daha da zorlaşır. Yürüyen çocuk tehlikelere çok açıktır. Anne bunun farkındadır ve daha çok çocuğuna odaklanır. Camlar, kapılar daha sağlam kilitlenir. Mutfak dolapları, komodin kapakları, giysi dolapları birbirine bağlanır. Prizler değişerek kapaklı yeni prizler alınır. Evdeki kırılacak tüm aksesuarlar toparlanır. Anne bu değişikliğin farkında bile değildir. Çocuk okul yaşına gelir. Anne ve çocuk ilk kez ayrılacaklardır. Anne duygusallaşır. Çocuk da anne de birbirinden ayrılmak istemez. Anne, bu duygusunu çocuğuna hissetirmemeye çalışır. Çocuk ise aleni bir şekilde duygularını yaşar. Ağlar, okula gitmek istemez. Okula giderken her ayrılıkta ağlar. Anne ise çocuğunu okula gönderdikten sonra ağlar. Zamanla alışırlar. Sonra yıllar yıllar geçer ve çocuk liseye başlar. Ergenlik döneminde olan genç anneyle anlaşmamaya başlar. Annesinden çok arkadaşlarıyla zaman geçirmek ister. Bunu fark eden anne ise içten içe hüzünlüdür. Geçici bir dönem olduğunu düşünür. Sonuçta çocuğu artık bir ergendir. Ne zaman bu kadar büyüdü, diye düşünür. Çocuğuna hamile kaldığı andan itibaren bu yaşa gelene kadarki zamanı gözünün önünden film şeridi gibi geçer. Ve günler, yıllar geçer. Lise biter. Üniversite yaşına gelen genç artık özgür olmak ister. Kuş misali evden uçmak ister. Annenin geçici diye düşündüğü süreç, geçmemiş hatta daha da zor bir hale gelmiştir. Bu fikir anneyi çok üzer, onu derinden yaralar. Yuvadan uçacak çocuğu için anne endişelenir. Uykusuz geceler yeniden başlar. Çocuğundan ayrılmayı hiçbir zaman kabullenemez ama çocuk evden ayrılır. Kendini teselli etmeye çalışan annenin acısı hiç dinmez.  Anne, ”çocuğum acaba aç mı, nasıl insanlarla arkadaşlık kurdu, başına bir şey geldi mi?” diye sürekli düşünür, durur.  Günler geçer ve yine zamanla bu duruma alışılır. Daha doğrusu alışmaya çalışılır. Üniversite biter, çocuk iş hayatına atılır. Yoğun işleri nedeniyle annesini ihmal eder. Anne çocuğundan daha fazla ilgi bekler ama bunu ona hissettirmek istemez. Annesine her geçen gün daha az zaman ayıran genç, biriyle tanışır ve evlenir. Anne bu sefer daha da üzgündür. Çünkü hayatta en fazla değer verdiği ve en çok sahiplendiği, canından bir parça olan çocuğunu hiç tanımadığı biriyle paylaşmaya başlar ve ona ayıracağı zamanı daha çok azalır. Sorumlulukları artan genç artık annesine daha az zaman ayırır. Annenin ise hayatının merkezinde evladı vardır. Çocuğuyla daha fazla zaman geçirmek ister. Ama çocuğu sürekli çalışır, kalan zamanını eşiyle harcar ve her geçen gün annesini daha fazla ihmal eder. Ziyaretler azalarak telefon görüşmelerinin süresi kısalır. Anne çok üzgündür. Ama çocuğunu anlamaya çalışır. ”Çocuğum artık evli, çok çalışıyor ve çok yoruluyor. Bana zaman bu yüzden ayıramıyor.” diye kendini teselli eder. ”Artık ilk tatilde onu görürüm.” diyerek ilk bayramı sabırsızlıkla beklemeye başlar. Ama çocuğu tatil planını yapmıştır bile. Annesini görmek yerine bir otel rezervasyonu yapar. Bayramda çocuğunu görmeyi umut eden anne, telefonla aranarak çok kısa bir şekilde bayram kutlamasına layık görülür. Anne artık yapayalnız hisseder kendini ve sol yanında tarifsiz bir acı hisseder. Durumu kabullenmeye çalışır ama yapamaz. Kalbi acır. Ve ihmal edilmiş yıllar birer birer hayatlarından akıp gider . Anne yaşlanır ve hastalıkları çoğalır. Bir gün telefon çalar, ”Anneni kaybettik.” sözlerini duyan çocuk beyninden vurulmuşa döner. Annesini en son ne zaman gördüğünü düşünür. Ama hatırlayamaz, o an kalbine hayatı boyunca acısı çıkmayacak bir bıçak saplanır. Ve o bıçağın sızısı ömrünün sonuna kadar onu yer, bitirir. Ne kadar pişman olsa, ne kadar kendini yerden yere vursa geçmişi değiştiremez. Hayatı boyunca telafi edemeyeceği bir hata yapmıştır. Onu dünyaya getiren, tüm zorluklara onun için göğüs geren, hayatından onun için büyük fedakarlıklar yapan, bu dünyada belki de ona en çok değer veren insana, annesine hak ettiği ilgiyi göstermemiştir. Annesi onu hayatının merkezine koymuş, bebekliğinden bu yaşına kadar onu her an düşünerek onun mutluluğu, huzuru için hep uğraşmış, dualarını hiç eksik etmemiştir .O ise bugün bu konuma gelmesinde en çok emeği olan annesine zaman ayırmamıştır. Onu hiç hak etmemesine rağmen hep ihmal etmiştir.
Yukarıda anlattığım kötü örnek, annelerimize, ailemize, sevdiklerimize zaman ayırmamız konusunda farkındalık oluşturmak için verdiğim bir örnekti.  Hayatta böyle örnekler var, güzel örnekler de var. Daha kötü örnekler de… Biz ise annelerimizin kıymetini hep bilelim. Sonra her şey için çok geç olabilir. Sadece anneler gününde değil her gün onların kıymetini bilelim. Sık sık onları telefonla arayalım, yanlarına giderek onları öpüp, sarılıp, koklayalım. Dünyanın en güzel hediyelerine layık olan annelerimize sık sık hediyeler alalım. Hediyemiz küçük de olsa onlara hatırlandığını, özel olduklarını hissettirelim. Onların bizden tek beklentisi kendi sonsuz sevgilerine az da olsa karşılık bulmak. Bizi dünyaya getirdikten sonra ömürlerinin sonuna kadar hayatlarını bize adayan annelerimiz için ne yapsak azdır. Onlar bizim kanatsız meleklerimizdir.
Benim annemin de diğer anneler gibi üzerimde çok hakkı vardır. Benim en zor zamanlarımda hep yanımda oldu. Benimle bir anne gibi değil, hep arkadaş gibi oldu. Ben en çok anneme benzerim mesela. Onun gibi korkusuz, onun gibi güçlü, onun gibi inatçı, onun gibi savaşçı… Onu çok seviyorum. İyi ki var…
Annelere de buradan naçizane bir şey söylemek istiyorum. Çocukların rol model aldığı ilk kişiler annelerdir. O yüzden anneler, anne adayları size çok büyük görevler düşüyor. Görevinizin öneminin farkında olarak hareket edin. Kendinizi her anlamda geliştirin ki çocuğunuza güzel bir karakter, güzel bir hayat verebilesiniz. Ve unutmayın bir çocuğa verilebilecek en büyük, en pahalı, en özel şey sevgidir. Sevgi, yaşamımızda en zorlu kapıları açan anahtardır. Bir anneye de verilebilecek en güzel, en özel şey sevgidir. Sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyelim. Sevgimizi somutlaştıran şey ise sevdiğimiz insana zaman ayırmaktır. Sevdiğimiz insanla bir şeyler paylaşabilmektir. Son olarak, ”Cennet, annelerin ayakları altındadır.” diyerek tüm annelerin ve anne adaylarının anneler gününü tekrar kutluyorum. Sevgiyle kalın…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİLİMSEL HIRSIZLIK

İntihal, başka bir kimseye olan fikir, bilgi ve görüşlerin, gerekli hiçbir atıf yapılmadan sanki kendisi tarafından ortaya çıkarıldığı ve yazıldığı intibaını vermek, fikir ve bilgi aşırılmasıdır. Türkiye’deki intihal , dünya ortalamasının epey üzerinde. Maalesef bilerek veya bilmeyerek intihal en çok da üniversitelerimizde ortaya çıkıyor. Son 15-20 yıldır da daha fazla artmış durumda. Peki bu nasıl oluyor. Üniversitelerimiz bilimin, ilerlemenin, araştırmaların merkezi konumundadırlar. Akademisyenlerimiz üniversitelerde ders veriyor olmasının dışında sürekli araştırmalar yapıp bu çalışmalarını yayınlamak için  gece gündüz uğraşıyorlar. Hem unvanlarının yükselmesi hem de ülkemizin uluslararası düzeyde ilerlemesi için sürekli çalışmaktadırlar. Bu yüzden onlara toplum olarak çok şey borçluyuz. Tabi ki onlar da bu sorumluluğun bilincinde olarak çalışmalarını gerekli etik kurallar çerçevesinde yürütmelidirler. Çoğu akademisyenimiz görevini hakkıyla yerine getirmektedir. Ama etik değerlerd

CERN’ DE NELER OLUYOR?

Avrupa Nükleer Araştırma Merkez veya Fransızca adı olan Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire ‘in kısaltmasıyla CERN, İsviçre ve Fransa sınırında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülke tarafından kurulmuştur. Bu ülkeler; Belçika, Danimarka, Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya, Norveç, İsveç, İsviçre, Hollanda, Birleşik Krallık, Yugoslavya’dır. CERN’ de binlerce fizikçi ve mühendis çalışmaktadır. Dünyadaki yüzden fazla ülkenin fizikçilerinin çalıştığı devasa bir bilim laboratuvarıdır. Peki, CERN’ de neler oluyor, neden tüm dünyanın gözü kulağı orada? Türkiye’nin de ortak üyeleri arasında bulunduğu CERN’ de evreni anlamak için çalışmalar yapılmaktadır. Evreni anlamak için, madde ve maddenin en küçük yapıtaşını bilmemiz gerekmektedir. Maddenin en küçük yapıtaşına atom denilmektedir. Günümüzde atomların da ötesinde atomaltı parçacıklar üzerinde çalışılmaktadır. Bilim adamları, bu atomaltı parçacıkları yani mikro sistemlerin dünyasını

NEDEN FİZİĞİ ANLAYAMIYORUZ?

Fiziği neden anlayamıyoruz? Bu sorunun cevabını  ilk  kendi eğitim hayatımda merak etmeye başlamıştım. Sonraları  ise meslek hayatına atıldığım zaman pek çok öğrencide de olduğunu gözlemlediğim bir soru oldu bu. Peki neden fiziği sevemiyoruz ve en kötüsü neden ondan bu kadar korkuyoruz?  Fiziğe karşı olan bu olumsuz ön yargımızın başlangıcı nereye dayanıyor, sebebi ne? gibi sorulara kendi kendime cevap aramaya başladım. Çoğumuzun fizikle karşılaştığı ilk anlar ortaokul zamanlarımızdır. Fen eğitimi dersinin bir alt dalı olur kendisi. Soyut kavramların daha çok olduğu bir derstir. Uzun yıllar boyunca geleneksel eğitim sistemi gibi öğrencilerin pasif olduğu bir öğretim programıyla anlatılan fizik bir de içerisinde çok fazla soyut kavram yer alınca anlaşılamaz bir hal alıyor. Anlaşılmadan, öğrenmeden bir sonraki yıllara geçtikçe de üzerine eklenen yeni bilgiler durumu biraz daha karmaşık hale getiriyor. Fiziği anlamadan bir de sayısal hesaplamalar işin içine girince tamamen korkunç bir ha